Balık Burcu: Bütünde Kaybolmak

Gizem Aygün
7 min readFeb 29, 2024

--

-Virüslerin zamanla antibiyotiklere direnç kazanıp gelişmesi

-Bir ağacın kışın soğuğa dayanabilmek için zayıf olan parçalarını (yapraklarını) dökerek varlığını sürdürmesi

-Kromozomların dış şartlarla değişimlere uğrayarak şartlara adapte oluşu (Örneğin koyu ten rengi ile Güneş’e dayanıklılığın artması)

-Duygusal & Fiziksel evrim

-Doğal seleksiyon

= Hayatta kalma güdüsü.

Yaradılışın da çoğalmanın da özünde sevgi vardır. Canlılar sevdiği şeyi yaşatmak ister ve yaşatmak istediği şeyi sever. Yaşatabilmek için önce eserine kendi kaynaklarını sunar. Ardından doğaya ve düzene karşı güçsüzlüğünü ve eksik yanlarını fark eder, tek başına her şeye yetemeyeceğini -belki de bazı kayıplardan sonra- kabullenir ve güç birliği yaparak (başka güçlerle birleşerek) bir bütünü oluşturur. Böylece doğaya karşı çaresizliğini yenme arzusuyla birden çokluğa ulaşır ve bu çokluk artık ayrılmaz yeni bir yapıdır. Bunu tek hücrelilerden en kompleks yapı olan insana kadar tüm canlılarda görüyoruz ve en basit haliyle şu adımlar sürekli olarak tekrar ediyor:

Tek bir hücre döllenir ve bölünerek çoğalır> Bu hücre yumağı kendi içinde gruplara ayrılarak her grup ihtiyacı doğrultusunda elindeki malzemeyi farklı kombinasyonlarla kullanarak ayrı bir işlevi yerine getirecek bir organ/parça haline gelir> Organlar/parçalar bir ahenk içinde çalışarak birbirini tamamlar ve ortaya çok hücreli yeni bir yaşam formu gelir> Bu form (bebek) belirli bir olgunluğa eriştiğinde dünyaya gelir ancak yeterince güçlü olmadığı için korunmaya ihtiyaç duyar> İlk hücreyi sağlayan kaynak tarafından (mesela anne) korunur ve yeterli güce ulaşınca kendisi bir kaynak haline gelerek döngüyü devam ettirir. Bu mükemmel döngü kendini tekrarlayarak sonsuza kadar devam eder.

(Bu döngünün henüz tamamlanmamış bir önceki basamağı olan çokluk bilincinden Kova burcunda bahsetmiştim, okumak için buraya tıklayın)

Sevgiden bahsettiğimiz yerde korkudan da bahsetmeliyiz çünkü sevdiğin parçanı kaybetme korkusu savunma ve saldırma içgüdüsünü de beraberinde getirir. Varlığını sürdürme arzusuyla form verilmiş kıymetli bir eser vardır ancak çetin şartlar karşısında bu eserin varlığını sürdürebilmesi için hala yapılması gereken bir şeyler olduğu gerçeği, daha iyiye ulaşma arzusu ve başka bir açıdan çaresizlik vardır. Çaresizliği aşma gerekliliği yeni düşünceler doğurarak yaratıcı çözümleri de beraberinde getirir. Buraya kadar anlattığım her şey aslında Balık burcunun düzendeki yansımasıydı, ilginç değil mi?

Astrolojik olarak su elementi burçların gelişimine baktığımızda şu adımları görüyoruz:

Yengeç: Sevgi

Akrep: Koruma içgüdüsü

Balık: Sevgi ve korkudan doğan koruma içgüdüsünün birleşerek dengenin kurulması ve tamamlanma

Bugüne kadar Balık burcuyla ilgili okuduğunuz metinlerde merhamet, fedakarlık ve romantizm sözcüklerine sıkça denk gelmiş olabilirsiniz. Ben Balık burcunun özdeşleştiği bu 3 sıfatın da bizim bildiğimiz anlamda tezahür ettiğini düşünmüyorum. Bahsedilen merhamet aslında yaşatılan şeye gösterilen özen. Örneğin fedakarlığı ele alırsak, kişisel çıkarlarla (kişisel çıkarlar desem de temelde bütünün hayrı var) güdümlendiğini görebiliriz. Düzenin devamı için kişi kendini feda edebilir fakat pek ala bir başkasını da feda edebilir. Dolayısıyla romantizm ve merhametten pek bahsedemeyebiliriz çünkü Balık burcu idealleri doğrultusunda kendi kadar başkasını da kurban edebilir. Hatırlarsanız Kova burcunun gruplarla ilgili olduğundan bahsetmiştim. Bu gruplar iyi ya da kötü amaçlar taşıyabilir, bir t*rör birliği de Kova ile sembolize edilir demiştik. Balık da bu grubun daha ideolojik bir üst versiyonu olarak fedakarlığı iyi ya da kötü şekilde yaşatabilir. Canlı b*mba kendini idealleri uğruna hiç düşünmeden patlattığında savunduğu şeyi yaşatmak için kendiyle beraber pek çok şeyi de feda eder. Balık enerjisi tam da böyle bir şey işte, romantizm denince aklınıza güller, mumlar geliyorsa Balık burcunun romantizminin bu olmadığına emin olabilirsiniz. Bu daha çok tutunulan şeyi idealize etmekle alakalı çarpıtılmış ve basite indirgenmiş bir yakıştırma.

Balık burcunun yönetici gezegeni Jüpiter uzaklık, büyüklük, yabancılaşma, sınırları aşmak, ahlak, fanatizm ve bilgelikle alakalıdır. Her ne kadar büyük iyicil dense de bu iyiliğin kendini gösterebilmesi için şartların da iyi olması gerekir. Yoksa pek tabii bir büyüteç gibi kötüyü de büyütebilir.

Kişinin kendinin bir üst versiyonuna çıkması için önce kendinden uzaklaşması, bilgide derinleşerek büyümesi, sınırlarını aşması gerekir. Bu durum Balık burcuyla oldukça paralel seyrediyor fakat inanılan şeye aşırı bağlanma yani fanatizm Balık burcunun kendini gerçekleştirmesinin önündeki en büyük engel olabilir. Kişinin aşması gereken sınırları kendi kafasının içinde olabilir yani hedefe o kadar bağlanılmıştır ki gelişim sınırlanır. Oysa bambaşka bakış açıları, farklı gerçekler ve gidilebilecek yeni ufuklar oradadır fakat Balık burcu kafasında idealize ettiği gerçeğe fazla tutunursa burcun gölge yönlerini deneyimlemeye başlayabilir.

Bir burcun gölge yönünü daha çok karşıt burcunda görürüz. Balık burcu Başak burcunun her şeyi mantık çerçevesine oturtması ve sınıflandırarak kategorize etmesi, diğer bir deyişle anlamak yerine öğrenmeye çalışması ve bilgiyi inançtan üstte tutması motivasyonlarını özünde bulunan idealizmle birleştirdiğinde karşımıza akışta kalamayan ve suyun yönünü sürekli belirlemeye çalışan, her şeyi iyi veya kötü diye etiketleyen ve kötü bellediğine düşman kesilen bir profil görebiliriz. Düzensizlikten duyulan tedirginlik kendini sınıflandırma ile gösterir ve çevre şartlarına uyum sağlamak için imkanları değerlendirerek adapte olmak yerine kişi bütünden koparak korkularının esiri olabilir. Oysa Balık burcu Başak burcuna kıyasla daha yorgun bir enerjidir. Başak burcu kadar mantıkla hareket edemeyebilir ki etmeye ihtiyacı da yoktur zaten. Merkür’ün Başak burcunda hızlı kararlar ve analitik zeka ile ince eleyip sık dokuyarak kurduğu düzenin çok daha üstündedir Balık burcu, kendinden önceki 11 burcun toplamı olarak Başak burcunun sahip olmadığı daha bütüncül bakış açısına ve duygulara da sahiptir. Sadece bilgiyle ilerlemek Balık doğasının ortaya çıkabilmesi için yetersizdir. Bilginin inançla, duygularla, hayallerle harmanlanması gerekir ama Merkür ve Başak için bu temalar bir hayli uzaktır, orada sadece mantık vardır. Mantığın yolu tekil değildir. Üstelik Balık burcunda çokluk bir bütün olduğu için parçaların artık önemi kalmamıştır. Merkür sadece mantığı değil, çoğul olan şeylerin de temsilcisidir ve Balık burcunda hem düşüşte hem zararda olması da bundandır aslında.

İdeal olan iki uçtan birini seçmek değil dengede kalmaksa Balık Başak aksının tam ortasında durabilmek mükemmeli yakalamak diyebiliriz. Bir tarafta duygular, diğer tarafta mantık. Bir tarafta fizik, diğer tarafta metafizik. Peki bu kavramlar birbirinden gerçekten ayrı mı? Mesela üzüldüğümüz zaman “kalbim kırıldı” diyoruz. İşin özünde kalp elektrikle çalışan ve vücuda kan pompalayan bir et parçası değil mi? Başak gözüyle bakarsak evet, kalbin bir işlevi ve sağladığı fayda var ve gayet somut bir şey. Oysa pek çok kez üzüldüğünüzde göğsünüzde o acıyı fiziksel olarak da hissetmediniz mi? Öyleyse kalbin sadece kanı değil, gözle görülemeyen duyguları da pompaladığına somut bir kanıtımız olmasa da inanabiliriz. Aynı şekilde televizyonu çalıştıran elektrik beynimizle tüm vücudumuz arasında nöronlar aracılığıyla milisaniyeler içerisinde geçmiş deneyimlerimizden edindiğimiz bilgileri de işleyerek taşıyor. Elektrik aynı elektrik, ölçülebilir ve orada. Taşıdığı bilgi ise aklın almayacağı kadar soyut. Yani soyut ile somut olanı bir potada eritebildiğimizde, Jüpiter ile Merkür’ü uyumlu kullanabildiğimizde, Başak ya da Balık değil tam ikisinin ortası olduğumuzda mükemmel olabiliriz.

Her şeyin temelini oluşturan hayatta kalma güdüsünün riske girmemesi için mantık ile duyguların aynı potada eritilip uyumun yakalanması gerekir fakat bu pek az kez gerçekleşir. Bunun gerçekleşebilmesi için canlı cansız neredeyse her şeyin yakıtı olan elektriğe biraz daha derinden bakabiliriz. İçinden elektriğin geçtiği her şey elektromanyetik dalgalar yayar. Beynin de alfa, beta, teta ve delta frekanslarında dalgalar yaydığını biliyoruz. Diğer bir deyişle biz iletişim kurmak için hiçbir şey yapmak zorunda değiliz, yaşadığımız her an mesajlarımızı frekans ve titreşim (rezonans) ile tüm evrene yayıyoruz ve mesajları fark etmeden alıyoruz. Belki bilinçli olarak değil ama sevdiğimiz ve sevmediğimiz her şey aslında bu frekans ve titreşimlerin uyumuyla alakalı. Hani bazen bir şarkıyı çok severiz ve tekrar tekrar dinleriz hiç bıkmadan. Bu bilinçli bir tercihtir. Bazen de hiç sevmediğimiz halde bir şarkı dilimize dolanır ve bir bakmışız farketmeden söyleyip duruyoruz. Maruz kaldığımız bu şarkı sevmediğimiz halde bizi ele geçirmiştir ve zihnimize yerleşmiştir. Burada bilinçli bir seçim yok ama bu metafordan yola çıkarak kendimizi nelerden izole edip nelere yönelmemiz gerektiğini düşünmemiz için büyük bir fırsat var. Dinlemek istediğimiz müzik konusunda bu kadar hassasken sürekli maruz kaldığımız ve kurtulmak için çaba sarf etmediğimiz, buna rağmen sürekli şikayet ettiğimiz kişi, ortam ya da durumların bir şarkı kadar değeri yok mu? Radyoda çalan şarkıyı değiştirirken gösterdiğimiz kararlılığı hayatımızda gerçekten önemi olan şeyleri değiştirirken gösterebiliyor muyuz? Yoksa bir şeyi değiştirebilecek güce sahip olmadığımız fikrine tutunup kurban rolü oynamak ve bu role kendimizle beraber herkesi inandırıp hayatımızı bir yalanla kurban etmek Balık burcunun gölge yönü olabilir mi?

Bunu sık sık hatırlatmayı seviyorum, insan 12 burcun toplamıdır ve Balık burcu hepimizin bir hayat alanında gösterdiği davranış şeklini ifade ediyor. Hepimiz bir şekilde bu tuzağa düşmeye meyilliyiz ve farkında olsak da olmasak da içimizde bir sır taşıyoruz. Sırrı açığa çıkartınca mucizeyi yaşayabiliriz, bütünlük mucizesi. Yaratıcı ile yaratılanın birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu bugün kuantum fiziğini araştırarak da görebilirsiniz, Hallac-ı Mansur’un “Ene’l-Hakk” yani “Ben Hakk’ım” diyerek bize anlattığı Vahdet-i Vücud anlayışıyla da.

Bu kafaya nasıl erişeceğiz?

İşte en kritik kısım burası. Sanki orta çağdaki gibi din ve bilim çatışmasının arasında sıkıştık. Örneğin bir taraf bitkilerin bile (bile dediğime bakmayın, beyni olmamasına rağmen çoğu insandan daha bilinçli ve akıllı bir yaşam formu olarak kolektif bilinci kullanabiliyor) duygu hissedebildiğini ispatlayan deneylerle her şeyi mantık çerçevesinde bir temele dayandırmaya çalışarak dini öğretileri yalanlıyor. Diğer taraf bitkiye can veren yaratıcının kudretini biliyor fakat bunu bilimden ayrı tutuyor. Açıkçası din ve bilim kavgası en saçma bulduğum şey olabilir çünkü ikisi de hem doğruyu anlamayı amaçlıyor hem de kaynak olarak aynı şeyi kullanıyor. Sadece biri sabit bir öğretiyi kaynak alarak inancına sıkı sıkıya bağlı kalıyor, diğeri ise çeşitli yöntemlerle bunu istatistiksel ve analitik verilerle anlamlandırmaya çalışıyor. Ben ikisinin de gerekli ve doğru olduğunu, birbirinden ayrı eksik kaldıklarını düşünen bir taraftayım. İster hikaye şeklinde anlatılmış olsun, ister deneylerle ispatlanmış olsun gerçek bir tane ve biz bu gerçeğe ulaşıp onu anlamakla, sadece anlamakla da kalmayıp onu özümsemekle mükellefiz. İnsanın üst versiyonuna ulaşabilmesi için üstünde kat kat taşıdığı yüklerinden, ona ait olsun ya da olmasın travmalarından soyunup özüne dönmesi, özünde olanı kullanarak gözünün gördüğüyle kalbinin bildiğini birleştirip kainatla bir olması şarttır. Bu birleşme yaşandığındaysa döngü yeniden başlamak üzere bitmek zorundadır…

Ps. Burada ek bir bilgi daha paylaşmak istiyorum. Yazının başlarında sevginin olduğu yerde gerginliğin de olduğundan ve düzenin çatışma üzerine kurulduğundan bahsetmiştim. Arada da beynin sürekli olarak yaydığı frekans ve dalga boyları vardı hatırlarsanız. Bu dalga boylarının bilinçli olarak düzenlenmesinin gerginlik kontrolünde en etkili yollardan biri olduğunu bilimsel çalışmalarla da görüyoruz. Bu düzenlemeye de çıkan yol meditasyondan geçiyor. Meditasyon deyince aklınıza bağdaş kurmuş ommlayan bir yogi geliyorsa bu kavrama biraz daha genel çerçeveden bakmanızı öneririm. Meditasyon kelime anlamı olarak kişinin iç huzur ve değişik bilinç seviyelerine ulaşabilmesi, özüne dönebilmesi için yapılan zihin denetleme tekniklerine verilen genel bir ad. İslam’da da bunu tefekkür ve ibadet ile görüyoruz. Yani ister namaz kılın, ister yoga yapın, beyniniz yine de alfa dalgasına geçecek ve zihninizi yeniden şekillendirmek ve nefes almak için kendinize uygun bir ortam yaratacaksınız.

Sevgiler,

G.

--

--